"Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı
vardır" derler, doğrudur da. Bir arkadaşımızı evimize davet ederken hep o
cümleyi kurarız. " Gelsene bir kahve içelim." Ama o espresso,macchiato gibi
kahvelerden bahsetmiyorum. Öz be öz Türk kahvesinden bahsediyorum. Bizde aile
geleneğidir kahve günün her saatinde içilebilir. Eğer misafir varsa yanına
lokum, çikolata da konur. Geçen gün 26 Haziran 2016 tarihli Posta gazetesi
elime geçti. Şirin Sever köşesinde Türk kahvesinin Osmanlı da sunumu ile
ilgili ilginç bir yazı yazmıştı. Bende bu yazının bir bölümünü sizlerle
paylaşmak istedim.
"...Türk
kahvesi dediğimiz şey, sadece içtiğimiz içecekten ibaret
değilmiş.Hazırlanmasından ikramına kadar bütün sürece "Türk kahvesi"
denirmiş. 17. yüzyılda Topkapı Sarayı'nda başlayan bu ritüel bu.Bunu anlatan da
Topkapı Saray Reçel ve Helvahane bölümü uzmanı Ömür Tufan. İlginç bilgiler
verdi bize...
Mesela
kahveden önce mutlaka ağza bir çay kaşığı gül reçeli atılırmış. Bu, kahvenin
tadını güçlendiren, acılığını da hafifleten bir ritüelmiş.
Kahve
sunumu 5 kızla yapılırmış, selamlıkta ise 5 erkekle. Bunlardan biri
kahvecibaşı...Biri oda amber ve gül suyu koksun diye buhurdan taşıyan kişi.
Biri tepsiden yere sarkan kahve stil örtüsünü taşıyan kişi. Değerli taşlarla
süslü bu örtü, statüyü de gösteren pahalı bir kumaş. Biri reçeli ve
kaşıkları taşır, biri de servis yaparmış.
19
. yüzyılda bu gelenek yok olmuş, kahve içmek bireysel hale gelmiş. Bir anekdot
daha: Sultan 2. Abdülhamit günde 7 fincan kahve içermiş..."
Eeee kısaca dostlar Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kavhe bahane.
Eeee kısaca dostlar Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kavhe bahane.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder